Bu bir devrim sanki!
Sinema izler gibi tiyatro oyunu izlemek.
Kafa karıştırdığı kadar içine de alan bir macera…
Nereye bakacağını neyi izleyeceğini şaşırıyor ama konudan asla kopmuyorsun.
Daima yüksek bir tempoda tam iki buçuk saat sürüyor ve hiç sıkılmıyorsun.
Tüm oyuncuların performanslarına hayran kalıyor, seslerinin, şarkı söyleyişlerinin güzelliğine şaşırıyorsun.
Sahne dekoru olarak tasarlanmış iki katlı bir bina dönerken içinde koşuşturan oyuncular, oyuncuları farklı açılardan çeken kameramanlar, bu canlı çekimlerin yansıtıldığı üç dev ekran, sinema filmi izler gibi tiyatro oyunu izleyen seyirciler ve sadece sahneyi döndürmek için orada bulunan insanlar. Herkes oyunun bir parçası. Konunun aktarımı çok şeffaf, anlatım da bir o kadar akıcı. Sıkmıyor ve boğmuyor. Benim için tiyatrodan zevk almanın ilk önemli kıstası bu.
Daha izlemeden, konuyu bile bilmeden merakınızı cezbettiğine eminim.
Das Das’ın sahnelediği yeni oyunu ‘Titus Kompleks’ Shakespeare’in en vahşet dolu eseri olarak bilinen ‘Titus Andronicus’un (Canavar ruhlu Roma generali Titus ile Gotlar Kraliçesi Tamora arasındaki nefret ve intikam döngüsünü anlatır) özgün bir yorumu. Uyarlama değil de yorum diyorum çünkü burada hem karakterler biraz farklı konumlandırılmış hem de her dönemin güncelliğine büründürülebilen Shakespeare’in bu eseri sadece araç olarak kullanılmış ve başka bir dert anlatıyor gibi.. Yapay zekaya bile dem vuruyor mesela.
Tabiki temelde 1500’lerde yazılmış bir oyunda anlatılan “insansı kötülüklerin” günümüzde hala ve fazlasıyla geçerli olması, teknoloji, sanayi, mimari gelişirken insanın gelişmemesi, aynı hırslarla ve güç savaşlarıyla yaşıyor olması hatta bu uğurda kendi değerlerini ve değer verdiklerini nasıl kolayca harcayabildiği dehşetiyle yüzleştiriyor. Bu yüzleştirme bazen rahatsız ediyor bazen de ürkütüyor. Yeri geliyor oyuncu seyirciye yönelip gider bile yapıyor. Lavinia karakterini oynayan Elçin Afacan beni cidden yerimden zıplattı mesela. Çıkışta sohbet ederken şunu söyledi: ‘’Ben seyircinin yerinde olsam bu çıkışa bir cevap verirdim.’’
Yani belki de izlediklerine sessiz kalan ve hatta gülen seyirci bile suçlu. Oyuna bu kadar dahilsiniz işte.
Bana en net şekilde geçen etkileri:
1- Kazanmak için çok şeyi feda edersen farketmeden tüm değerlerinden olabilirsin.
2- İntikam bulaşıcı bir hastalık, sonu gelmeyen bir pandemi gibidir. Sarmalına düşmemek lazım.
3- Bazen sanki siz konuşmuyormuşsunuz, söylediklerinizin hiç bir anlamı yokmuş gibi hissettiğiniz olur mu? Yada toplumda şiddete, haksızlığa uğrayan insanlar, hayvanlar adına bu empatiyi kurabiliyor musunuz?
Mesaja gelince işte orası karışık.
Bu çok doğal ve değiştirilemez bir dünya düzeni olarak insanın karanlık yanlarını meşrulaştırmak mı, yoksa bu veçheleriyle yüzleştirip bir parça vicdana yöneltmek veya değişim ihtiyacı hissettirmek mi veya duyarsızca izleyip gitmek mi?
Yada bu devirde en çok yaşadığımız o -En vahim olayları yaşayıp ateş düştüğünde büyük tepkiler verip biraz küllendiğinde orada bırakıp, unutup kaldığın yerden kötüye alışarak devam etmek mi?
Bu oyundan alacağı mesaja yine 500 yıldır değişmemiş olan İNSAN kendi vicdanıyla kumaşına ve aklına göre karar verecek. Sizce değişebilir mi? Yoksa başka formlar ve vücutlarda evrimleşir mi?
Yada böyle eserleri izleyip umutlanmak mı gerek? Herşeyin iyiye gideceğine inanmak…
“Umutsuz değiliz ama durum ciddi.”
Ya sizce? “Fedakârlık yapmak gerek” mi?
Mert Fırat şöyle söylüyor:
“Yaşananlar, her gün dünyanın daha umutsuz ve kötü bir hale gittiğini hissettiriyor ama umudumuzu kaybetmeden yaşamaya devam etmeliyiz.“
Olga Helen Bach ve Thomaspeter Goergen tarafından günümüze uyarlanan oyun, İlksen Başarır’ın çevirisi ve Türkiye kökenli Alman yönetmen Ersan Mondtag’ın yönetmenliği ile sahneleniyor. Mert Fırat ve Didem Balçın’ın başrollerinde olduğu oyunda Elçin Afacan, Doğukan Polat, Can Sipahi, Onur Dilber, Ferit Kaya, Hilal Attar ve Yalım Danışman muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Her birine ayrı ayrı hayran kalıyorsunuz.
Shakespeare’i başka bir boyuta taşıyan Titus Kompleks’i mutlaka izleyin hayran kalacaksınız.
Bugüne kadar izlediğim en etkileyici, keyifli ve çarpıcı oyundu. Unutulmaz deneyimler listeme eklendi.
Çok severek deneyimlediğim herşeyi sizlerle epeyce detay vererek paylaşmayı, en net haliyle aktarmayı ve sizlerin de deneyimlemeniz için yönlendirme yapmayı seven biri oldum her zaman. Tiyatro oyunlarını bu kadar detaylı yazmak gibi bir alışkanlığım olmamıştı bu konuda beni harekete geçiren sevgili arkadaşım ve hayranı olduğum Didem Balçın’a ilham verdiği için sonsuz teşekkürler.. İnsanlar birbirlerinden etkileşim sağladıkça, beslendikçe mutluluğu artıyor. Birbirimize güç ve motivasyon verelim. Tek başına elde edilen güç güç değil, sadece yalnızlıktır.
Yalnız insan sevgisiz kalır, sevgisizlik kalbi taşlaştırır…
Daimi sevgiye…
Bu konuya güç kavramına bakış açımı anlatan bir yazı ile son vereceğim:
Gücün Kabalığını Herkes Taşıyabilir Maharet Zarafetini Taşımaktır
Güç dediğin nedir? Her an her yerde hissedilen doğaüstü bağlayıcılıkta bir kuvvet de olabilir, tüm yaşamı yaratan enerji alanı da denebilir. Bana göre GÜÇ insanın biriktirdikleridir. Geleceğini hazırlayan yegane yapı taşı arkasına yıllar içinde bir bir dizdikleridir. Insan harcamak en kolayıdır. Hele de dünya nüfusunun yedi buçuk milyar olduğu düşünüldüğünde harca harca bitiremezsiniz. Yaşam bizim oyun alanımız, sevdiğimiz insanlar yıldızlarımız fakat Yıldız Savaşları evreninde değiliz en nihayetinde. Insanız; et ve kemikten yaratıldık, etrafımızdaki “Güç”ten ve bizi güçlendirenlerden can bulduk. Yeteneklerimiz, yapabildiklerimiz ve zekamız doğrultusunda düşünerek Allah ile aralamızda bir çeşit iletişim kurduk.
Güç’ün aydınlık yüzünde iyilik yapmak, iyi olmak, doğru durmak ve şifa dağıtmak vardır. Ancak karanlık yüzü korku, kin, saldırı ve kötü niyettir. Yaşam gücünün yaşam enerjisi ve yaşam biçimi ile ilgili olduğunu düşünürsek; cehaleti de, bilgiyi de, cahilliğinin üzerine inatla gitmeyi de, aydınlanma hevesini de, egosunu, kompleksini içi boş bir kibirle örtmeyi de, tevazu ve kaliteyi de, hırsı da, sükuneti de, gerçek gücü de yalandan şovu da ‘’insan’’ seçer. Uzmanlık alanı kötülük olanı da sevgiyle Kabul, seçim meselesidir… Ancak GÜÇ ve ZEKAyı; SUÇ ve ZEKAyla karıştırmak gerek. Zekanın gezmediği yerde köylü kurnazlığı gezer, güçlüler buna güler geçer, güçsüzler söver geçer. Yani iki şekilde de gelir geçer…
Bazılarının uzaktan kumandanın tuşuyla kontrol ettiğini sandığı insanların elinde jamer olabileceği gerçeğini es geçmemesi gerekir. Sanmak da bir önyargıdır.